Binmişiz bir alamete gidiyoruz kıyamete, kadın kocasından ille de bakkal suyu istiyor, Ardahan’ın suyu çok pis imiş meğer, Sağlık müdürü Ulaş bey Ardahan’ın suyu temiz diyor ama yalan ardından Başhekim Güneş beyde, Ulaş beyin dediklerini doğruluyor ama oda yalan söylüyor, doğrusu kocasının başının etini yiyen kadın biliyor Ardahan’ın suyu çok pis o bakkal suyu içecek. Çocuklara da bakkal suyu içiriyor, yavrucaklar hastalanmasın, bak küçük oğlan ishal olmuş, kesin musluk suyu içmiştir, ah! oğul ah!
Bizim hala bu işi iyi biliyor binmiş zevali adamın sırtına, boy boy veletlerle beraber nereye kadar giderse işte, muhtemelen kanserdir sonu.
Böyle örnekler o kadar çok ki Ardahan’da, bakkalların, marketlerin en çok sadıkları, Bursa’nın, Erzurum’un, Bolu’nun suyu, onlarda bu işe şaşırıyor ama boş ver sat gitsin kazancı iyidir nasıl olsa. Uyuyan devi uyandırmayın.
Cehalet öyle bir boyut almış ki, ilkokul mezunu da aynı, akademisyenimizde aynı, kim alim kim cahil bilemiyoruz bir birine karışmış. Zira bu gidişatın değirmenine her kesimde su taşıyanına şahit oluyoruz her gün…
NE ZAMAN SORSAK REKTÖR BEY, İL DIŞINDA..
Ardahan’ın bir üniversitesi var diyemiyoruz zaten çünkü hiçbir bilimsel araştırma içinde olduklarına şahit olamıyoruz, Ardahan’ın hiçbir sorunu bu üniversitenin Rektörünü ilgilendirmez, Allah biliyor ya ayda yılda birkaç gün Ardahan’da kalıyor, o da Rektörlüğün hatırına katlanıyor. Yoksa Rektörlük görevi verilmeseydi hayata Ardahan’a ayak bile basmazdı. Rektör Ramazan Korkmazı ne zaman sorsak, rektör bey il dışında cevabını alıyoruz. Peki ne zaman il içinde olacak acaba merak ediyorum doğrusu? Bu gazeteci bizdendir, bu bizden değil, bu bizdendir işe alalım, bu bizden değildir, değil işe almayı Üniversitenin kapısından bile içeriye giremez, bu kin ve nefret bulutu acaba ne zaman dağılacak sarı çam ormanın içinde ki, saklı Üniversitenin başında, sadece merak ediyorum.
Rektör bey, nasıl olsa Ardahanlıları çözmüş o Elazığlıları işe alırken Ardahanlı ben buralıyım ilkin burada işe girmek benim hakım diyemiyorsa Rektör ne yapsın, Ardahanlı dünyanın en güzel pınarlarına sahip iken, nasıl doldurulduğunu bilmediği şişe suyuna sarılıyorsa, habire marketlerde su taşıyorsa evlerine, köylü hayvancılık yapmasına rağmen süt yerine cola içiyorsa, evlerinde yağ ve peynir bulunmadığı için sütünü sattıkları tüccardan parayla yağ ve süt alıyorlarsa, Rektör beyde durup dururken bu hale gelmedi demektir.
Nur içinde yatsın amcamın hanımı, kanser denilen ilete öldü. Hayata evdeki sütü içmezdi, otuz, kırk tane inekleri olmasına rağmen, ne o ineklerin sütünü, ne yağını, nede peynirini beğenmezdi, yemezdi. Bakkal sütü içerdi günde üç öğün, amcam sesini çıkarmaz her gün bakkalda süt taşırdı hanımına. Bu durum yengemde psikolojik bir hal almıştı öyle inanmıştı. Ardahan’da nüfusun büyük çoğunluğunun psikolojisi bu halde maalesef. Öyle ki her aile mutlaka bir ferdini kansere kurban vermektedir. Yaptığımız tek şey ise ölülerin peşinde ağlamak, beyinlerimiz öyle uyuşmuş ki başka bir şey gelmiyor aklımıza! Eğer hava ve suyu ile ünlü bir ilde uzak yerlerden gelen fabrika suyu yetiştirilemiyorsa, bu ilde çok ciddi bir sorun var demektir.
Bu durum hiç de hayra alamet değildir. Bir an evvel şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz lazım. Okul sadece dört duvarla sarılı yer değildir, okul hayatın her alanıdır. Okul bizim yaşam biçimimiz olmalıdır.
Sizi Nazımın dizeleriyle baş başa bırakıyorum, umarım beni anlamışsınızdır. Hoşçakalın...
TÜRK KÖYLÜSÜ
Topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhad'dır
Kerem'dir
ve Keloğlan'dır.
Yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
kahbe felek ona eder oyunu.
Çarşambayı sel alır,
bir yâr sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
O, «Yûnusû biçâredir
baştan ayağa yâredir,»
ağu içer su yerine.
Fakat bir kerre bir derd anlayan düşmeyegörsün önlerine
ve bir kerre vakterişip :
«—Gayrık yeter!...»
demesinler.
Ve bir kerre dediler mi :
«İsrafil surunu urur
mahlukat yerinden durur»,
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
Ne kendi nefsini korur,
ne düşmanı kayırır,
«Dağları yırtıp ayırır,
kayaları kesip yol eyler âbıhayat akıtmağa...»