Kimliklerin ayrışması, modernizm sonrası toplumların en belirgin sureti haline geldi. Modernizm sonrasını, sosyoloji teorileri postmodernizm olarak adlandırır. Anlaşılır bir örnek vermek gerekirse, Kürtlerin, Romanların, Alevilerin, başörtülülerin, eşcinsellerin ve çevre örgütlerinin temsilliyet kaygısıyla siyasal aktörler haline gelişi post-modern olgulardır. Bu, sosyolojik gidişatın zorunlu bir sürecidir. Tüm bu ayrışmalar aslında modernizmin evrensel akılcı hegemonyasının yarattığı kırılmalar ve parçalanmalardır. Türkiye’de modern evrensel aklı temsil eden Kemalist ulus devlet anlayışı, yaratmaya çalıştığı yapay ulus kimliği ülkede bu ayrışmaların da zeminini hazırladı. Çünkü bu yapay ulus anlayışı hem kültürel hem de dinsel kimlikleri, aslından koparıp seküler bir çatı kimliği altında yeniden kurmaya çalıştı. Domine edilmiş kimlikler doğal bir refleksle bu kabuktan sürekli sıyrılmanın yollarını aradı. Bu direncin en belirgin örneği Kürt hareketi oldu.
Buna benzer direnç gösteren başka bir unsur da İslamcı hareketler oldu.
Bugün İslami direnişin içinde çıkan bir hareket ülkenin iktidarına geldi ve kendi gibi bu kabuğu kırmaya çalışan diğer unsurlara yönelik politikalar geliştirmeye yönelik önemli girişimlerde bulundu. Ancak Kemalist ulus kimliğinin en güçlü damarı, etnik kimlikleri Türk kimliği altında yok etmeye çalışmasıdır. Kürt hareketinin dışında birçok muhalif hareket, farkında olmadan egemen ulus kimliğinin bu damarından beslenmektedir. Açıkça söylemek gerekirse hükümetteki AK PARTİ, Kürt sorununa yaklaşırken bu egemen ulus kimliğinin tezlerinden hareket ediyor. Bugün çözüm sürecinin hükümet tarafından tam anlamıyla yürütülememesinin nedeni, AK PARTİ’nin Kürt sorununu Kemalist ulus aklıyla çözmeye çalışmasıdır. Sorunu ekonomik ya da terör sorunu olarak algılamaktadır. En son Cumhurbaşkanı’nın anadilde eğitim ve Dolmabahçe deklarasyonu hakkında söyledikleri konuya bakış açısını özetlemektedir. Ancak AK PARTİ’nin içinde devlet aklıyla düşünmeyen Kürtler de var, bu kişilerin sürece katılımını sağlamak, sonuç alıcı olabilir.
AK PARTİ içerisinde Dengir Mir Mehmet Fırat, bu sürecin önemli bir aktörüydü. Fakat parti içerisindeki egemen anlayışla mücadele edemediğinden tasfiye edildi. Yine Abdurrahman Kurt bunlardan birisiydi. Ve içimizden biri var ki, diğerlerinden daha dirayetli bir duruş sergiliyor. Sahip olduğu entelektüel ahlak, mücadele gücünün en önemli dayanağı... Bu kişi Orhan Atalay! Kendisinden ders almadım ama ona vekilim demektense hocam demeyi tercih ederim. Çünkü onun üst kimliği bu! Atatürk Üniversitesi’nde çayını içtiğim, sohbetini dinlediğim engin bir kişidir. Dört yıllık milletvekilliği dönemi boyunca kendi mizacını hiç kaybetmedi. Birileri zübük siyasetine, köylü kurnazlığına, halk dalkavukçuluğuna alışkın olduğu için onu beğenmeyebilir. Ama istedikleri siyasetçilerin, halk yardakçılığı yaparak göz boyaması artık takdir görmüyor. En azından öyle temenni ediyoruz.
Orhan Hoca, desteklemediğim bir partiden olmasına rağmen, onun bu dönem daha güçlü bir şekilde desteklenmesinden yanayım. Çünkü tüm ülkenin kaderini belirleyecek bir çözüm sürecini yaşıyoruz ve bu süreçte hükümet partisinde çözüm yanlısı, egemen ulus anlayışıyla zihni kirlenmemiş insanlara ihtiyaç var. Birilerinin hükümet içerisinde Kürt sorununun çözümü hakkında gerçekçi öneriler sunması gerekir. Sorununun toplumsal mutabakatla çözülmesi için sadece Kürt tarafının çabaları yeterli olmayacaktır. Orhan Hoca’nın henüz emeklilik yaşına çok var ve üniversitelerin mevcut eğitim sistemiyle topluma vereceği pek bir şey yok. Siyasetin itibarını yeniden kazanılması için Orhan hocaların daha etkin roller üstlenmesi gerekir. Önümüzde iki seçenek var; Ya eski zübük siyasetine geri döneceğiz ya da demokratik siyasetin aktörlerini destekleyeceğiz.