Sitedeki Yeriniz : Ana Sayfa » Haberler » Halep-Paris Hattında Bir Eşarbın Asırlık Yolculuğu Yazar: Memet Avşar

Halep-Paris Hattında Bir Eşarbın Asırlık Yolculuğu Yazar: Memet Avşar

 Fotoğraf

Halep-Paris Hattında Bir Eşarbın Asırlık Yolculuğu

Yazar: Memet Avşar

Birinci Bölüm: Başörtüsünün Laneti

Kars’ın soğuk rüzgârları, Kura Nehri’nin kıyısını döverken, köyde düğün hazırlıkları bütün hızıyla sürüyordu. Ali’ye Sıle’nin düğünüydü bu; davullar çalıyor, zurnalar ağlıyordu. Köyün en güzel kızı Herat, annesinin en kıymetli yazmasını başına dolamıştı. İpek gibi ince, kenarları oyalı, ortası kırmızı güllerle işli bir yazmaydı o. Herat yürürken, güneş ışığı yazmanın üstünde dans ediyor, görenlerin gözünü kamaştırıyordu.

Kıskançlık, sessiz bir yılan gibi dolaşıyordu kalabalığın arasında. Birkaç genç kız, fısıldaşarak bakıyorlardı Herat’a. “Bu kadar güzel olmaya hakkı yok,” dedi içlerinden biri. Ve o an, bir el uzandı; hızlı, acımasız. Makas parıltısı göründü bir an, sonra yazma ikiye bölündü. Herat’ın başı açıldı ortada. Kalabalık dondu kaldı.

Kürt töresinde bir kızın başörtüsünü makasla kesmek, onu öldürmekten beterdi. Babasını, kardeşlerini öldürsen belki o kadar üzülmezdi Herat. Ama şimdi... Şimdi lanetliydi. Toplumun gözünde “kirlenmiş”ti. Görücü gelmezdi artık kapısına. Kimse yüzüne bakmaz, kimse adını anmazdı. O, yaşayan bir ölüye dönmüştü.

Herat koşarak kaçtı düğünden. Kura Nehri’nin kıyısına oturdu. Sular akıyordu önünde, sessizce, dertsiz. Başını dizlerine gömdü, ağladı uzun uzun. Sonra ayağa kalktı, nehre doğru haykırdı:

“Ey ahali, ey köylüler! 
Beni neden anlamıyorsunuz? 
Ben suçsuzum, ben günahsızım! 
Neden beni suçluyorsunuz?”

Sesi rüzgâra karıştı, rüzgâr dağlara taşıdı. O gün Herat’ın yaktığı türkü, asırlar boyu dengbêjlerin dilinden düşmedi. Kura Çaye’nin ağıtı oldu o. Her dinleyenin yüreğini dağlayan, gözünü yaşartan bir feryat.

İkinci Bölüm: Çobanın Hediyesi

Yıllar geçti. Aynı topraklarda, aynı soğuk rüzgârların altında, başka bir aşk filizlendi. Delikanlı’nın adı bilinmez artık, ama köyün en yakışıklısıydı. Sevdiği kız da güzeldi; gözleri ela, saçları gece gibi.

Başlık parası lazımdı evlenmek için. Delikanlı, “Ben gidip çalışırım,” dedi. Bir ağanın yanına vardı, koyun gütmeye başladı. Sonbahar geldiğinde, koçları ayırdılar. Halep’e doğru uzun bir yolculuk başladı. Tozlu yollar, sıcak günler, soğuk geceler... Halep pazarına vardıklarında koçlar satıldı. Çobanın payına yedi koç düştü. Parayı aldı, doğru pazarın en güzel yerine gitti.

Orada gördü o eşarbı. Etrafı kahverengi, ortası simsiyah, ince bir ipek. Dokunur dokunmaz anladı: Bu, sevgilisine layık. Bütün parasını verdi, eşarbı aldı. Köye döner dönmez koştu kızın evine.

“Al bunu,” dedi. “Ama evlenene kadar sakın başına takma. Kötü göz değmesin, nazar değmesin.”

Kız eşarbı aldı, kalbi çarpıyordu. Sandığın en dibine gizledi, kimseye göstermedi.

Üçüncü Bölüm: Kırılan Umutlar

Yıllar yılları kovaladı. Delikanlı ne kadar çalıştıysa da başlık parasını bir türlü denkleştiremedi. Bir gün köye döndüğünde duydu: Sevdiği kız evlenmiş. Başka biriyle.

Delikanlı durdu köyün girişinde. Gözleri doldu, yumrukları sıkıldı.

“Bu topraklar bana haram olsun,” dedi.

Dönüp gitti, bir daha geri dönmedi.

Kız evlendi evlenmesine. Ama kocasına bir adım atmadı. Dünya evine girmedi, evlat vermedi. Yüreği başka yerde kalmıştı. Hastalandı yavaş yavaş. Yatağa düştü. Ölüm döşeğindeyken, en sevdiği komşusunun kızını çağırttı.

Sandığı açtı titreyen elleriyle. Eşarbı çıkardı.

“Bunu sana emanet ediyorum,” dedi. “Ama bir şartım var: Ölene kadar başına takmayacaksın. Saklayacaksın sadece.”

Kız söz verdi.

Dördüncü Bölüm: Emanetlerin Zinciri

Ölüm döşeğinde aynı vasiyet tekrarlandı. Her kuşak, bir sonraki kuşağa verdi eşarbı. Her defasında aynı söz:

“Başına takmayacaksın. Ölene kadar saklayacaksın.”

Üç yüz yıl geçti böyle. Eşarp elden ele dolaştı. Kimse takmadı başına. Kimse sormadı nedenini. Vasiyetti çünkü. Kutsal bir emanetti.

Ta ki Cumhuriyet kurulana kadar.

Beşinci Bölüm: Paris’te Bir Eşarp

Son sahibi genç bir kızdı. Ailesiyle birlikte göç etmişlerdi Türkiye’den. Paris’e yerleşmişlerdi. Yoksulluk yakalarına yapışmıştı. İş yoktu, para yoktu.

Bir gün kız eşarbı çıkardı sandıktan. Yıllardır ilk kez. Başına doladı. Aynaya baktı. Güzeldi. Çok güzeldi.

Sokakta yürürken bir adam durdu önünde. Yaşlı, zengin giyimli, Fransız bir aristokrattı.

“Bu eşarp...” dedi hayranlıkla. “Nereden buldunuz bunu? Antika... Çok eski, çok değerli.”

Kıza iyi bir para teklif etti. Çok iyi bir para.

Kız durdu. Ailesinin gözleri önünde açlık, sefalet vardı. Karar vermesi gerekiyordu.

Kabul etti.

Eşarbı sattı.

Parayla ev aldılar, araba aldılar. İlk kez rahat bir nefes aldılar.

Eşarp, Halep pazarından başlayıp Paris’in lüks vitrinlerine uzanan asırlık yolculuğunu tamamladı.

Ve hikâye, hüzün yerine umutla bitti.

Herat’ın Kura Çaye’deki feryadı hâlâ yankılanır dağlarda. Ama o eşarp, bir vasiyetin zincirini kırıp, bir aileyi kurtardı.

Bazen gelenekler ağır gelir insana. 
Bazen de bir eşarp, bir asrın yükünü taşıyıp özgürlüğe kavuşur.

Özelikle türkünün şu dizeleri hala halka arasında mırınlanılır;

Kura Çaye tape Qerse,
Way  lı mını way lı mını
Şara wiya dana ber mekese,
Belengaz u maruma Herat’e.




Son Bölüm

Kürt kültürü, köklü gelenekleri ve töreleriyle zengin bir mirasa sahiptir. Bu gelenekler, hem bireylerin hem de topluluğun hayatını derinden etkileyen kurallar ve sembollerle doludur. Özellikle aile, namus ve misafirperverlik kavramları, Kürt toplumunun temel taşlarını oluşturur.

Başörtüsü, Kürt tarihinde çok önemli bir sembol olarak yer tutar. Başörtüsü yalnızca bir giyim eşyası değil, aynı zamanda namusun, iffetin ve toplumsal statünün güçlü bir göstergesidir. Geleneksel anlayışa göre, bir kız kaçırıldığında artık o başörtüsü kaçıranın namusu sayılır. Kız, sevsin ya da sevmesin, kesinlikle o kişiyle evlenmek zorunda bırakılır. Bu tür olaylar, ne yazık ki Kürt toplumunda geçmişte ve bazı bölgelerde hâlâ sıkça karşılaşılan durumlar arasındadır. Kaçırılma (kız kaçırma), bazen aşıkların aile engelini aşmak için başvurduğu bir yol olsa da, çoğu zaman zorla ve trajik sonuçlarla gerçekleşmiştir.

Ancak bu olumsuz yönleri kadar başörtüsünün olumlu ve saygın bir tarafı da vardır. Bir kavgada ya da bir savaşta bir kadın başörtüsünü savaşın ortasına bıraktığı zaman savaş durur, barış ilan edilir. Başörtüsü yere düştüğünde, onu yerden kaldırmak ve barışı sağlamak her iki tarafın da namus borcu haline gelir. Her iki taraf da bu gelenek ve göreneği çiğneme cesareti gösteremez. Çünkü bunu çiğneyenler tüm Kürt toplumu tarafından linç edilir, lanetlenir ve yüzüne bir daha kimse bakmaz. Toplumda dışlanırlar, aileleri bile utanç içinde kalır.

Kürtlerin bir başka önemli töresi ise misafirperverliktir. Evine misafir olarak düşmanı dahi gelse, onu en iyi şekilde ağırlar, yedirir, içirir, yatırırr ve güvenle yolcu eder. Misafirlik süresince ona dokunulmaz, zarar verilemez; o evin bir parçası gibi korunur. Ancak yolcu ettikten sonra düşmanlığı yine baki kalır. Bu gelenek, Kürt toplumunda “misafir umuttur, misafir berekettir” anlayışıyla yaşatılır ve hâlâ büyük bir saygıyla korunur.

Bu töreler, Kürt kimliğinin hem zorlayıcı hem de birleştirici yanlarını yansıtır. Zamanla değişen dünya koşullarında bazı uygulamalar eleştirilse de, bu gelenekler Kürt halkının tarihsel dayanıklılığının ve toplumsal bağlarının birer kanıtı olarak varlığını sürdürmektedir.


20:00, 26.12.2025

Haber Fotoğrafları


Haber Yorumları

DOĞU GÜNEŞİ GAZETESİ ARDAHAN'DA GÜNLÜK YAYIN YAPAN MÜSTAKİL VE SİYASİ BİR GAZETEDİR. İLETİŞİM; SAHİBİ VE GENEL YAYIN YÖNETMENİ MEMET AVŞAR; 05414757500