KİRVE ÇOCUKLAR
Bir aşkın, bir geleneğin yüküyle imtihanı
1. Bölüm: Kısır Dağları’nın Gölgesinde
Kısır Dağları’nın yamaçlarında, meşhur ‘Qemo Taşları ‘ diye bilinen kayalıkların kucağında yüzyıllık sırlarla dolu bir köy vardı. Her ilkbaharda karlar eriyip toprağa can akıtırken, bu dağların eteklerinde yalnızca papatyalar değil, yasak sevdalar da filizlenirdi.
Brusk, o köyde doğdu. Sert bakışlı, az konuşan Halit’in oğluydu. Daha kundakta iken, Halit komşusu Yusuf’un yeni doğan kızı Yeşim’in beşiğine eğilip, “Kirvemiz olsun bu çocuklar” dedi. O gün, iki ailenin arasında sadece komşuluk değil, töreyle mühürlenmiş bir kirvelik bağı kuruldu.
Kirvelik, Kısır köylerinde yalnızca bir dini ritüel değil, neredeyse kan bağı kadar kutsaldı. Kirvenin kızı, öz kız sayılırdı. El değdirilmez, göz değdirilmezdi. Ama kalp, töreyle mühürlenemezdi.
Brusk ile Yeşim birlikte büyüdüler. Aynı çam ağacının altına gölgelenip, aynı dereye taş attılar. Kimse onlara “aşık” demezdi ama köyün en yaşlı kadını bile “Bu gözler başka bakıyor,” derdi içinden.
Yeşim, tandır başında un kokarken bile Brusk’un adını yüreğinde taşırdı. Brusk ise, dağın yamacında çobanlık ederken bile ona bir türkü yazardı içinden:
“Kirvem dediler, kardeş ettiler beni sana…
Oysa ben seni ilk nefeste sevmişim, ilk bakışta…”
Köyde dillendirilmezdi ama bilinir, susulurdu. Çünkü Brusk ile Yeşim, kirve çocuklarıydı ve bu, aşklarına haram perdesi çekmişti.
2. Bölüm: Gönülden Haram
Kısır Dağları’nın eteklerinde yaz erken gelmişti. Gündüzleri yakıcı, geceleri suskun geçen günlerin ardından, köyde bir haber fısıltı gibi yayılmaya başladı:
“Yusuf’un kızı Yeşim’e dünür geliyor.”
Brusk bu haberi ilk, çobanlık yaptığı sırada kuşlar gibi konuşkan kuzeni Zeynel’den duydu. Sırtında heybesi, elinde çomağıyla durmuş, gözlerini Kısır’ın zirvesine dikmişken, Zeynel arkasından nefes nefese seslendi:
— Brusk! Yeşim’e Sızırpet köyünden oğlan isteyicileri geliyormuş. Babası razıymış…
Brusk cevap vermedi. Başını bile çevirmedi. Ama o anda yüreğine sanki dağın dibi çökmüş gibi ağır bir sızı oturdu. Elindeki çomağı yavaşça yere bıraktı. Sanki bir şey bitmişti. Veya daha da yakıcı bir şekilde başlamıştı.
Yeşim’inse kalbinden geçen başkaydı. Tandır başında ekmek çevirirken annesi üstü kapalı konuşmaya başladı:
— Yusuf Bey kızım, Sıxırpet ‘de Salihgil iyi ailedir. Adamın oğlu da eli iş tutan, efendi biriymiş. Ne dersin?
Yeşim başını kaldırmadan unla kararmış ellerini dizine sildi. Sanki o sözleri duymamış gibi yaptı. Ama yüreği, tandırın içindeki ateşten bile daha çok yanıyordu. Çünkü aklında hep o vardı. Kızlı erkekli bir arada büyüdüğü, gülüşünü ezbere bildiği, gözleriyle konuştuğu Brusk…
Fakat sesi yoktu, hakkı yoktu, aşkı haramdı.
O gece Brusk evlerinin arkasındaki yaşlı ceviz ağacına sırtını verdi, uzun uzun gökyüzüne baktı. Kısır Dağları’nın yamacında yalnızca dağlar değil, insanlar da susardı. Ama Brusk artık susmak istemiyordu.
Sazını aldı. İlk kez adıyla çağırdı aşkını. Kim duysa haram, kim görse günah derdi ama o kalbinden döküleni tuttu:
“Kirve dediler, yandım ben…
Elinle verdin, gözümle sevdim ben…
Haram ettiniz gülüşünü bana,
Ey dağlar, hanginiz kadar susacağım daha?”
O türküyü ilk Yeşim duydu. İki ev arası beş adım, ama aralarındaki mesafe töre kadar büyüktü.
Yeşim, türküyü duyunca bir an tandırın başından kalktı, dışarı çıktı. Gökyüzüne baktı. Gözlerinden bir damla yaş süzüldü.
Ve mırıldandı:
— Haram olan sevda da, sevdaya dâhildir…
3. Bölüm: Karar Gecesi
Kısır Dağları’nın eteklerine akşam erken inmişti. Güneş, sarı saçlı bir kızın tenine son bir öpücük bırakır gibi çekilmişti dağların ardından. Yeşim, evlerinin önündeki ceviz ağacının gölgesine oturmuş, yere diz çöküp elleriyle etrafındaki tozları karıştırıyordu. Mavi gözleri dalgındı. İçinde büyüyen fırtınayı sadece o biliyordu.
Annesi akşamüstü gelip saçlarını taramıştı.
— Güzel kızım… Misafirlere böyle çıkılmaz, saçlarını düzgün yap. Bak, el âlemin oğlu gelecek, anası gelecek… Allah ne nasip etmişse…
Yeşim sessizdi. Suskunluğu, Brusk’un türküleri kadar çok şey söylüyordu ama kimse duymuyordu. Çünkü bu köyde kadınların sessizliği çoğu zaman kader sayılırdı.
O sırada Brusk, köy meydanında durmuş, sırtını mezarlık duvarına yaslamıştı. Gözleri karşıdaki evi arıyordu. Yeşim’in evini. Orada ne pişerdi şimdi? Kahve mi? Yoksa kaderin acı çayı mı?
Brusk’un içi yanıyordu. Elindeki tespihi sıkarken elleri ter içinde kalmıştı. Kararını vermesi gerektiğini biliyordu. Ya aşkı susturup töreye boyun eğecekti… ya da…
Birden ayağa kalktı. Adımları sert, bakışı kararlıydı. Babası Halit’in önüne çıktı. Evinin avlusunda oturan Halit, oğlunun halinden bir şeylerin değiştiğini sezdi:
— Ne oldu Brusk?
Brusk’un sesi titremedi:
— Baba… ben Yeşim’e talibim. Haram demeyin, töre demeyin, ben bu kızı istiyorum.
Halit’in gözleri dondu. Sanki dağın tepesine yıldırım düşmüştü. Sadece o değil, bu söz kısa sürede köye yayıldı. Erkekler bir araya geldi. Kadınlar fısıldaştı. Çocuklar sustu.
Brusk, geleneğin tam kalbine ok atmıştı.
4. Bölüm: Dağa Vuran Gönül
Kısır köyünde sözler artık kılıç gibiydi. Dillerden dökülen her cümle, Brusk ile Yeşim’in sevdasını biraz daha kanatıyordu.
“Kirve, kirvenin namusuna yan gözle bakmaz!”
“Kirve çocukları kardeştir, nikâhları haramdır!”
“Ne aşkı, bu düpedüz töreye ihanet!”
Köyün ileri gelenleri bir araya gelmiş, Halit’in evinin avlusunda sessiz ve ağır oturuyorlardı. İmam dahi başını sallamış, “Oğlum, bu olmaz. Haramdır,” demişti.
Ama o iki genç, gözlerine töreyi sığdıramayacak kadar derinden sevmişti birbirini. Göz göze geldiklerinde, töre değil, yürek konuşuyordu.
Yeşim mavi gözleriyle Brusk’a bakarken yalnızca bir insanı değil, hayatı seçiyordu. Brusk, esmer alnından akan terle, geleceği değil sadece bir anı düşlüyordu: O elini tuttuğu anı.
O gece, kimselerin duymadığı bir kararla, kaçmaya karar verdiler. Aşklarını sürgüne götüreceklerdi. Nereye?
Kısır Dağları’nın unutulmuş mağaralarına, Köroğlu’nun saklandığı yerlere…
O gece Ay yoktu. Yalnızca yıldızlar yol gösteriyordu. Söğüt ağacının altından usulca çıkan Yeşim, sırtında bir yün bohça, gözlerinde kararlı bir ışıkla yürüyordu. Brusk onu yamaçta bekliyordu. Elinde sazı yoktu bu kez, çünkü türkülerin susma vaktiydi.
Sessizce yürüdüler. Ayakları toprağı, yürekleri geçmişi ezerek…
Köroğlu Mağaraları’na vardıklarında nefes nefese kalmışlardı. Ama içleri rahattı. Çünkü töreyi değil, birbirlerini seçmişlerdi. Çünkü bazı aşkların nikâhı gökte kıyılırdı, yeryüzü sadece şahit olurdu.
5. Bölüm: Mağarada İki Kalp
Keroğlu Mağaraları…
Köyün çocuklarına anlatılan, yaşlıların “oralara yaklaşmayın” diye tembihlediği, efsanelerle dolu taş yığını…
Ama artık iki âşığın yuvasıydı.
Yeşim, mağaranın bir köşesine eski bir yün kilimi sermişti. Elinde bir tülbent, rüzgâr girmesin diye taşların arasına sıkıştırıyordu. Brusk, mağaranın önündeki çalılıklardan kuru dal topluyor, küçük bir ateş yakmaya çalışıyordu.
İlk gece sessizlikti.
İkinci gece soğuktu.
Üçüncü gece gözyaşı…
Ama dördüncü gece… o gece ilk kez güldüler. Çünkü birbirlerine bakınca “ev”in ne olduğunu anladılar.
Töre köyde kalmıştı, ama aşk yanlarındaydı.
Brusk, mağaranın duvarına Yeşim’in adını kazımıştı.
“YEŞİM – GÖZÜMÜN GÖĞÜ” yazmıştı taşlara.
Yeşim de karşısına bir dağ çiçeği koymuştu.
İlk kez kendi hayatlarını yazıyorlardı.
Ama her sevdanın sığınağı uzun sürmez.
Bir gece Brusk vadide yiyecek ararken, uzakta köyden gelen bir ışık gördü. Meşale ışığı… İnsan sesi… Köylülerdi.
Onları arıyorlardı.
Belki öfkeyle…
Belki merhametle…
Brusk mağaraya dönüp Yeşim’e baktı.
— “Bizi buluyorlar galiba.”
Yeşim korkmadı.
— “Bulsunlar Brusk. Ben artık töreden değil, senden yanayım.”
6. Bölüm: Mağaranın Eşiği
Köroğlu Mağarası…
Kısır Dağları’nın sırtlarında, taşla göğün birleştiği yerde sessiz bir sığınaktı. Brusk ve Yeşim için artık ne ev, ne köy vardı. Bir avuç kuru ekmek, biraz kaynak suyu ve bir de birbirlerine bakan gözleri vardı. Hepsi bu.
Ama mağara, sır tutmayı bırakmıştı artık.
Köyde susanlar konuşmaya, konuşanlar ayaklanmaya başlamıştı.
“Töre ayaklar altına alındı!”
“Kirvenin çocuğu, kirvesinin kızını dağa kaldırdı!”
“Bu lekeyi temizlemek gerek!”
O gece, köyün yaşlı erkeklerinden üçü ve Yeşim’in amcası Mahmut, ellerinde meşalelerle Köroğlu Mağarası’na doğru yürüdü. Arkalarında Halit de vardı — Brusk’un babası. Onun yürüyüşü öfkeden değil, yüreği yanmış bir babanın çırpınışından ibaretti.
Brusk, vadide bir hışırtı duydu. Gözleri karanlığı taradı. Hemen mağaraya koştu.
— Yeşim, geliyorlar.
Yeşim doğruldu. Elini Brusk’un koluna koydu. Gözleri kararlıydı, ama sesinde ince bir titreme vardı:
— Gitmeyelim mi? Başka bir dağa? Başka bir yere?
Brusk başını iki yana salladı.
— Gidilecek yer kalmadı. Biz ya burada öleceğiz ya da ilk defa bir gelenek yenilecek.
Ay, mağaranın ağzına vurduğunda meşaleler de göründü. Erkekler ağır adımlarla yaklaştı. Önde Halit vardı.
Bir adım attı, oğlunun gözlerine baktı.
— Brusk! Aşağı in! Bu sevda haram!
Brusk cevap vermedi. Gözlerini kaçırmadı da.
Elini Yeşim’in eline uzattı.
Sanki her sözü, her inancı ve her geçmişi karşılarına alıp yalnızca bir kelime söyledi:
— Ben bu kızı sevdim baba. Hem de öyle bir sevdim ki, törenin haram dediği yerden tuttum ellerini.
Kalabalık bir an sustu. Sadece meşalelerin çıtırtısı duyuldu. Sonra Mahmut öne çıktı:
— Kirve… namustur. Sen benim kızım sayılırsın Yeşim. Bu yaptığınız… gömülmeli. Ya siz, ya biz…
O anda Yeşim bir adım öne çıktı. Mavi gözleri yıldızlardan bile parlaktı:
— Mahmut Amca… Ben, kimsenin namusu değilim. Ben bir insanım. Kendi gönlümü kendim seçtim. Beni haram sayarsanız, siz kaybedersiniz. Biz çoktan özgürüz.
7. Bölüm: Dağın Kanunu
Kısır Dağı, yüzyıllardır yalnızca çobanların, yaylacıların yolu değildi.
Her dönem kendi kaçakçısını, kanun kaçkınını, izini silmiş adamını taşların arasına saklamıştı.
Ve artık o taşların arasında iki yürek daha vardı.
Brusk ile Yeşim, Köroğlu Mağarası’na sığındıklarında yalnız olduklarını sanmışlardı. Ama mağaranın birkaç yamac ötesinde, dağların başka bir sessizliğinde, kaçakçılar yaşıyordu.
Sayları otuz kırk kişiydi. Hepsi silahlıydı. Devletin aradığı, köyün unuttuğu adamlardı.
Kısır’ın rüzgârı, onları Yeşim’in sarı saçlarından haberdar etti.
Brusk’un kararlı bakışları, dağda yankılandı.
Ve sonra bir gece…
Brusk vadide odun toplarken sırtında bir tüfek namlusu hissetti.
Korkmadı.
Dönüp baktı.
Bir çift simsiyah göz ve kara bir yüz: Kavas İbo.
— “Sen misin kirvenin kızını dağa kaldıran?”
— “Benim.”
— “Yalnız mısın?”
— “Hayır. Aşk var yanımda.”
İbo önce güldü. Sonra sustu.
Sonra omzundaki tüfeği indirdi.
— “Dağda töre geçmez delikanlı. Burada kuralı biz koyarız.”
Ve o gece Brusk ile Yeşim, kaçakçıların kampına götürüldü.
Kampa vardıklarında, dağın gövdesine oyulmuş taş ocaklarında çay demleniyor, eski bir radyodan türküler çalıyordu. Her biri farklı suçlardan kaçmış adamlardı. Ama hepsi, bir zamanlar sevdiği biri için hayattan geçmişti.
Ve o dağda ilk defa, iki âşık değil, bir dava korunuyordu.
Köyde ise durum başka türlüydü.
Brusk ve Yeşim için ölüm fermanı çıkarılmıştı.
Görüldükleri yerde vurulacaklardı.
Karar, köy meclisinde oy birliğiyle alınmıştı.
Yeşim’in amcası Mahmut,
Brusk’un kuzeni Selami,
İmam, Muhtar…
Hepsi “Töre hükmünü versin,” demişti.
Ama hesaplamadıkları bir şey vardı:
Brusk artık dağın adamıydı.
Ve Yeşim de o dağın onuruydu
8. Bölüm: Kısır’da Kan Kokusu
Kısır Dağı’nın sabahı, koyu griydi o gün.
Güneş bile doğarken titriyordu.
Köroğlu Mağarası’na 5 kilometre mesafede, dağın sarp bir yamaçta sessizlik hüküm sürüyordu. Ama bu sessizlik, bir fırtınanın habercisiydi.
Köyde “infaz timi” olarak gizlice hazırlanan 8 kişilik grup, gece yola çıktı.
Silahları vardı.
Kararları kesindi.
“Töre delindiğinde, ya kanla temizlenir ya da köy topyekûn lekelenir” demişti Mahmut Ağa.
Timde, Yeşim’in amcası Mahmut, Brusk’un kuzeni Selami ve köyden beş genç vardı.
En öndeki, uzun boylu, gözleri öfkeyle dolu bir adamdı: Aliçavuş.
Eski korucu, şimdi törenin infazcısıydı.
⸻
Aynı Saatlerde: Dağ Kampı
Brusk ve Yeşim, Kavas İbo’nun kampındaydılar.
Çakmaktaşı gibi sessiz ama gözleri görmüş geçirmiş adamlardan oluşan kaçakçı grubu, bir istihbarat almıştı.
— “Dağın kuzey sırtından sekiz kişi tırmanıyor.”
— “Kim?”
— “Köylüler. Ellerinde silah var.”
— “Niye gelir ki köylü silahla?”
— “Töre için.”
Kavas İbo, suskunluğunu bozdu:
— “Aşk için öldürmeye gelen her adamı, biz yaşatmak için öldürürüz.”
Brusk konuşmak istedi. Ama İbo durdurdu.
— “Sen burada bizim namusumuzsun artık. Kimse senin saçına dokunamaz.”
Çatışma Başlıyor
Gece üç sularında, infaz timi mağaraya 300 metre kala pusuya düşürüldü.
Bir kurşun havayı yardı.
Sonra sessizlik bitti.
Silah sesleri, dağın gövdesine çarparak yankılandı.
Taşlar kıvılcım saçtı.
Kurşunlar sanki sadece vücut değil, bir törenin, bir tarihin içine saplanıyordu.
Mahmut yaralandı.
Selami bayıldı.
Aliçavuş karşıdan Kavas İbo’yu gördü.
İbo hiç saklanmadı.
— “Köylü! Geri dön. Bu çocuklar bizimdir!”
Aliçavuş haykırdı:
— “Töre vardır! Bu aşk haramdır!”
Kavas İbo yürüdü.
Sadece yürüdü.
Ve omzundaki tüfeği yere bırakarak cevap verdi:
— “Sizin töreniz öldürür, bizim töremiz yaşatır.”
Töre Sustu
Silah sesleri sustuğunda, yerde üç yaralı vardı.
Ölü yoktu.
Ama töre yaralıydı.
Mahmut yere oturdu, başını iki elinin arasına aldı.
Brusk yaklaştı.
— “Ben birini sevdim Mahmut Amca. Sizin töreniz bunun neresine haram diyor?”
Yeşim geride durdu.
Sonra yanlarına geldi.
Eğildi, Mahmut’un alnına bir taş koydu.
— “Bizi öldüremediniz. Artık töreyle değil, vicdanla yaşarsanız biz yine köyün çocuklarıyız.
9. Bölüm: Kan, Töre ve Devlet
İntikamın Sessiz Yeminleri
İnfaz timi, dağda mağlup olmuştu.
Mahmut yaralıydı, Selami’nin kolu askıda, Aliçavuş’un gözleri donuktu.
Ama mağlubiyetten daha ağır bir şey vardı sırtlarında:
Töre yenilmişti.
Köye vardıklarında gece yerini tan vakti alıyordu.
Camiden sabah ezanı okunuyor, köylüler daha yataktan kalkmamıştı.
Mahmut, doğruca jandarma karakoluna yürüdü.
Kapıyı vurdu.
Gözlerinde öfke değil, hesap vardı.
— “Komutan, Kısır Dağı’nda kaçakçı yatağı var. Devlet düşmanları barınıyor. Aralarında bizim köylü Brusk da var. Silahlı. Direniyorlar.”
Komutan kısa süre sustu.
Sonra başını kaldırdı:
— “Nerede olduklarını tam biliyor musunuz?”
— “Köroğlu Mağarası civarı.”
Dosyalar açıldı. Haritalar masaya serildi.
Plan yapıldı.
Ve ertesi gün sabah erkenden, Kars’tan takviye birlikler geldi.
Operasyon adı şuydu:
“Kısır Temizliği.”
Çatışma – Devletin Gölgesi
Jandarma dağa yaklaşırken, kaçakçılar çoktan uyanmıştı.
İbo, Brusk’un omzuna dokundu:
— “Kardeşim, bu dağ seni korudu. Ama devlet geldi mi dağ bile susar.”
Brusk gözlerini mağara duvarına çevirdi.
Yeşim’in adını yazdığı taşı öptü.
— “Ben bu dağa aşk için geldim. Şimdi aşk için öleceğim.”
İlk kurşun Astsubay Kıdemli Çavuş Osaman’ın silahında çıktı.
Sonra toprağa, taşa, bedene karışan çatışma başladı.
Her yandan jandarma iniyordu.
Brusk, İbo ve 30’a yakın kaçakçı, makineli tüfeklerle karşı koydu.
Yeşim, bir kayanın arkasına saklandı.
Sadece ağlıyordu.
Ne çığlık atabiliyor ne kaçabiliyordu.
Brusk son kez döndü.
Gözleri Yeşim’deydi.
Sadece dudaklarını kıpırdattı:
— “Seni çok sevdim.”
Kurşun, tam kalbine isabet etti.
Brusk, Köroğlu Mağarası’nın önünde yere yığıldı.
Ve bir dağ daha sustu.
Kapanan Defterler
Günün sonunda:
• Brusk ve 12 kaçakçı ölüydü.
• 15 kişi yaralı olarak teslim alındı.
• Geriye kalan 8 kişi Kısır’ın derinlerine karıştı, kayboldu.
Köye dönen jandarma komutanı kısa bir rapor sundu:
“Kaçak yapı dağıtıldı. Direniş sona erdi.
Ama orada bir de aşk vardı. Onunla ne yapalım, bilmiyoruz.
10. Bölüm: Kır Zincirini, Yaz Aşkını
Yeşim, Brusk’un ölümünden sonra üç gün konuşmadı.
Konuşacak ne dili vardı, ne de dinleyecek bir yürek kalmıştı etrafında.
Köyde cenaze haberi yayılınca, herkes sustu.
Kimse Brusk’tan bahsetmiyor,
Yeşim’e bakmıyordu bile.
Onun varlığı, bir lanet gibi görülmeye başlamıştı.
Yeşim’in evine gelenler, sadece “Geçmiş ola” deyip gidiyor,
Ardından fısıldaşıyorlardı:
— “Kirvesine aşık oldu, dağa kaçtı… Allah affetsin.”
⸻
Köyde Direniş Başlıyor
Bir hafta sonra Yeşim, annesinin sandığını açtı.
İçinden eski bir defter çıkardı.
Bir kenarına kendi eliyle yazdı:
“Ben Yeşim. Brusk’un sevdiği kızım.
Aşkımız haram değildi, halktan korktuk.
Bu sayfalarda, bir törenin öldürdüğü her duyguyu yazacağım.”
Köyde artık sessiz yürüyordu.
Ama onun bu sessizliği köyün huzurunu bozuyordu.
Camide adı anılmadan vaazlar veriliyor,
Muhtar her sabah kahvede “Günaha sessiz kalmayacağız” diyordu.
⸻
Sürgün Kararı
Bir gün köy meclisi toplandı.
İmam, Mahmut, Muhtar, Selami oradaydı.
Karar oy birliğiyle çıktı:
“Yeşim, töreyi çiğnedi.
Köyden çıkmazsa, toprak da dua da kabul etmez.
Bu köy, onun adını taşımayacak.”
Ertesi sabah Yeşim’in kapısına bir kâğıt bırakıldı.
Üzerinde yalnızca şunlar yazıyordu:
“Ya gider, ya unutturursun.”
Köy Meclisi
Yeşim o kâğıdı yaktı.
Sonra defterini koltuğunun altına aldı.
Başını kaldırdı ve sadece şöyle dedi:
— “Unutursam, ben de ölürüm.”
⸻
Sürgün ve Yeni Hayatın İlk Gecesi
O gece kimseye haber vermeden köyü terk etti.
Brusk’un kanının toprağa düştüğü Köroğlu Mağarası’na son bir kez uğradı.
Bir taşın üzerine o gün şu cümleyi yazdı:
“Aşkı öldüren töre, toprak olamaz.
Gömemezsin bizi.
Çünkü biz dağ olduk artık.”
Sonra Kars’a, oradan Erzurum’a geçti.
Bir vakıf yurdunda sığınak buldu.
Ve Brusk’un anılarını yazmaya başladı.
Kalemi acıyla değil, hakikatle doluydu
11. Bölüm: Bir Kitaplık Adalet – “Kirve Çocuklar”
Aradan 3 yıl geçti.
Yeşim artık 21 yaşında bir genç kadın.
Kars’ta bir STK’da kadın hakları üzerine gönüllü çalışıyor, aynı zamanda Açık Öğretim Sosyoloji okuyor.
Ama esas meselesi, kalbindeki sızıdan hiç vazgeçmemiş olması.
Çünkü Brusk’un mezarı yoktu.
Ama Yeşim’in elinde bir mezar taşı gibi duran bir defter vardı.
Defter Kitaba Dönüşüyor
2001 yılının Nisan ayında, Yeşim’in tuttuğu defter,
“Kirve Çocuklar – Aşkın Töreyle Savaşı” adıyla kitaplaştı.
Alt başlık şuydu:
“Bu kitap, bir aşkı öldürenlerin değil, o aşkı yaşatanların kitabıdır.”
Yayınevi çekingen yaklaştı önce.
Ama kitabın ilk sayfasında şu cümle vardı:
“Ben Yeşim.
Beni köyden sürdüler ama ben kalbimden sürülmedim.
Bu kitap, Brusk’un mezarıdır.”
Kitap yayımlandıktan sonra çok şey değişti:
– Kars ve Ardahan’da kadınlar kitapla fotoğraf çektirdi.
– Üniversitelerde panel konusu oldu.
– Jineolojî üzerine çalışan Kürt kadın araştırmacılar bu hikâyeyi literatüre aldı.
– Bazı televizyonlar ve gazeteler “Dağda Aşk Öldü, Kitapta Dirildi” başlığıyla haber yaptı.
Köyde Yankılar ve Yüzleşme
Kitap köye de ulaştı.
Mahmut Ağa, sayfaları okurken eli titredi.
Selami, kitapta geçen kendi adını görünce ağladı.
Aliçavuş ise kahvede tek kelime etmeden kitabı sobaya attı.
Ama çok geçti.
Köydeki bazı gençler, artık kirvelik konusunda daha sorgulayıcıydı.
Kadınlar fısıltıyla konuşmuyor, açıkça “Yeşim haklıydı” diyordu.
Köroğlu Mağarası’nda Anma Töreni
Bir grup genç ve gazeteci, Brusk’un öldüğü noktaya gidip
ilk kez anma töreni düzenledi.
Yeşim katılmadı.
Ama törende bir mektubu okundu.
Yeşim’in Törene Gönderdiği Mektup:
“Brusk…
Sana ne bir mezar yapılabildi, ne de bir ağıt yakılabildi.
Ama ben senin adına bir kitap yazdım.
İçinde sadece bizim hikâyemiz yok.
Töreyle canı yanan herkesin sesi var.
Belki bir gün bu topraklar, aşkı değil töreyi sürer.
O zaman geri dönerim.
Şimdilik kal sağlıcakla,
Senin Yeşim’in”
Kitabın Son Satırı
“Bazı mezarlar kitaptır, bazı sevdalar yas değil değişimdir.
Brusk öldü.
Ama onunla beraber ölmeyen bir şey vardı:
Sevgisi, bir halkın kalbine yazıldı.”