Sitedeki Yeriniz : Ana Sayfa » Haberler » ATALAY; YENİ ANAYASANIN NEDENLERİNİ ANLATI

ATALAY; YENİ ANAYASANIN NEDENLERİNİ ANLATI

 Fotoğraf



AK Parti Ardahan Milletvekili Prof. Dr. Orhan Atalay, 16 Nisan Pazar Günü yapılacak referandum öncesi, ‘Anayasa Değişikliğine Neden İhtiyaç Duyuldu’? Yönünde özel bir açıklama yaptı.
Gece gündüz demeden ilçe ilçe köy köy referandum çalışmalarını sürdüren Milletvekili Atalay’ın kaleme aldığı özel yazısını aynen yayınlıyoruz.
Değerli Ardahanlılar!
16 Nisan Pazar Günü 18 maddelik anayasal bir değişikliği konu edinen bir seçim yapacağız. İlk bakışta düşünce ve ifade hakkının çoklu iletişim araçları aracılığıyla özgürce kullanıldığı bir ortamda paketle ilgili her şeyin söylendiğini ve haliyle bilindiğini düşünebiliriz. Oysa saha çalışmalarımızda mevcut yazılı/görsel/sosyal medya imkanlarına rağmen durumun öyle olmadığını görmekteyiz. Çünkü birey ve grup olarak her insanın ufkunu, durduğu yeri, bakış açısını, kullandığı dili ve varmak istediği hedefi etkileyen ve çoğu zaman da yönlendiren bir değerler seti vardır ki, kişinin ondan kurtulması imkansız olmasa bile kolay da değildir. Buna bir de demagoji, propaganda ve karşı propagandaların yarattığı toz dumanlı bir atmosferi de kattığımızda konunun anlaşılması daha da zorlaşacaktır. Bu nedenle önümüzdeki seçime neden ihtiyaç duyulduğunu kısaca sizlerle paylaşmak istiyorum.
AZİZ MİLLETİM!
Bildiğiniz üzere, ‘Anayasa’ kavramı esasında özünde barındırdığı tüm farklılıklarıyla birlikte toplumun veya toplumların birlikte yaşamasını temin etmeye dönük ‘temel toplumsal bir sözleşmeyi’ çağrıştırır. Buna göre her ne kadar ‘yazılı anayasaların’ tarihi yakın dönemlere kadar gelse de fiili olarak asgari iki kişi ile başlayan sosyal hayat için başından itibaren bir anayasadan bahsetmek mümkündür.
1876 Yazılı Anayasa deneyimiyle kurduğumuz Cumhuriyet Dönemi’nde 1921 Anayasası hariç, diğer tüm anayasaları ‘toplumsal bir sözleşme’ olarak tanımlamak kolay değildir. Zira 24, 61 ve 82 anayasa metinlerinin hiç de demokratik olmayan siyasal şartlardan bağımsız yapıldığı söylenemez.
12 Eylül Darbesi’nden sonra başlayan demokratik süreçte ise, siyasi partilerin seçim beyannamelerinde yer almış olmasına rağmen, uzlaşıya dayalı sivil bir anayasa yapımına dair ciddi bir girişim ortaya çıkmadı. Bunun tek istisnası 24. Dönem TBMM’de teşkil edilen ‘Anayasa Uzlaşma Komisyonu’dur. Hatırlayacak olursanız, TBMM’de grubu bulunan her siyasi partiden 3 eşit üye ile oluşan bu Komisyon farklı kişi, kurum ve kuruluşlardan da aldıkları teklifleri de içeren bir yöntemle uzun süre çalışmış ancak tam bir anayasa metni üzerinde anlaşamamışlardı. Buna rağmen 59 madde üzerinde bir mutabakat sağlanmıştı. Dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan’ın ‘Hiç değilse bu 59 maddeyi Genel Kurul’a indirelim’ teklifi de muhalefet partilerince karşılık bulmamıştı. Ana Muhalefet Lideri Sayın Kılıçdaroğlu önce ‘tamam’ dediyse de sonra vazgeçmişti.
Bütünüyle Sivil, Özgürlükçü, Çoğulcu ve Katılımcı Yeni Bir Anayasa yapma konusunda ümitler zayıflayınca Ak Parti hiç değilse mevcut yönetim sisteminden kaynaklı temel birkaç anayasal problemi çözmek amacıyla bu dönemde yeniden bir arayış başlatarak 26. Dönem ile birlikte Başkanlık Sistemi etrafında bir gündem oluşturmaya çalıştı. 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü ile beliren Büyük Tehlike’yi sezen MHP’nin önerisi ile başlayan son süreçte 18 maddelik bir anayasa değişim paketi hazırlandı ve referanduma sunulmak üzere Meclis’ten geçerek Halkın seçimine sunuldu.
PEKİ BU PAKET HANGİ TEMEL PROBLEMLERİ ÇÖZECEKTİR?
Paket 18 madde ihtiva etse de esasında Türkiye’nin yönetim sistemine ilişkin temel bir değişimi hedeflemekte; ‘Parlamenter Sistem’, ‘Başkanlık Sistemi’ ve ‘Yarı Başkanlık Sistemi’ isimleriyle farklı ülkelerde uygulanan hükümet sistemlerine ilaveten yeni bir sistem öneriyor. ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ adıyla önerilen bu düzenleme ile iki temel problemin çözülmesi amaçlanıyor.
CUMHURBAŞKANLIĞI İLE BAŞBAKANLIK ARASINDAKİ YETKİ KRİZİNİ ÇÖZMEK
2007 yılında Sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına adaylığının açıklanması ile ortaya çıkan ve ‘367 Krizi’ diye bilinen süreç sonunda aynı yılda yapılan bir referandumla Cumhurbaşkanları artık Meclis tarafından değil doğrudan Millet tarafından seçilmeye başlamıştır. Bu durumun esasında Atatürk ve İnönü ile başlayıp yakın tarihlerde Özal-Demirel, Demirel-Çiller, Sezer-Ecevit’ ikilileri arasında devam edegelen çatışmayı daha da artıracağı açıktı.
Buna bir de Doğrudan Millet tarafından seçilmiş olmanın gereği olarak: ‘Ben Mevcut Anayasa’dan kaynaklı tüm haklarımı kullanacağım, oturan değil terleyen bir Cumhurbaşkanı olacağım’ diyerek işe etkin/aktif bir karakter beyanıyla başlayan ve doğrudan Halk tarafından seçilmiş İlk Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ile Başbakan Sayın Davutoğlu ikilisi arasında zuhur eden durum da eklenince artık mevcut sistemde köklü bir değişim ihtiyacının kaçınılmaz olduğu iyice belirmişti. MHP Lideri Sayın Bahçeli’nin ‘fiili durum’ dediği de bu olsa gerek.

Cumhurbaşkanları ile Başbakanlar arasındaki çatışmaların ülkeye ne denli zarar verdiğine dair en çarpıcı örnek olay 2001 yılında Sezer ile Ecevit arasında yaşanmıştı. Sezer’in Ecevit’in yüzüne Anayasa Kitapçığı’nı fırlatması zaten iyice zayıflamış bulunan ekonomik yapıda Büyük Patlama’nın fitilini yakmış; ‘2001 Ekonomik Krizi’ diye tarihe geçen bu süreçte batan onlarca bankadan kapanan binlerce fabrikaya, Merkez Bankası’ndan kaçan onlarca milyar dolardan yüzde yedi binlere çıkan gecelik faizler ve TL’nin Dolar karşısında yaşadığı büyük değer kaybı ülkeye çok pahalıya mal olmuştu. Bu örnek vak’a mevcut yönetim sisteminden kaynaklı ne derecede tehlikeli bir fay hattı üzerinde yaşadığımızı bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur.
Bu riski iyice tehlikeli kılan ikinci bir sorun daha vardır ki, o da ülkeyi ‘koalisyon hükümetlerine yüksek bir ihtimal ile açık hale getiren siyasi istikrarsızlıklardır. Bu nedenle Paketin ikinci olarak çözmeyi hedeflediği bir başka sorun da:

SİYASİ İSTİKRARI ANAYASAL TEMİNAT ALTINA ALMAKTIR.

29 Ekim 1923’te tesis edilen Cumhuriyetimiz 94 yıllık ömründe 65 hükümet gördü. 22 Haziran 1977’de Ecevit’in Başbakanlığında kurulan azınlık hükümetinin 12 gün kadar süren ömrünü hatırlayacak olursak bu durumun kalkınmaya daha fazla ihtiyaç duyan bir ülke için nasıl bir anormallik olduğu ortadadır. Oysa istatiksel rakamlar bir ülkenin ekonomik büyüme trendi ile onun siyasi istikrarı arasında doğrusal bir ilişki olduğunu söyler. Çok partili siyasi hayata geçtiğimiz 50-60 arasında DP, 83-91 arasında ANAP ve 2002 sonrasında ise AK Parti iktidarları dönemlerinde bu gerçeği kendi ülkemizde de defalarca tecrübe etmiştik. Ancak 7 Haziran 2015 seçimleri ile bir kez daha gördük ki, zaman zaman yakaladığımız bu siyasi istikrarın garantisi yokmuş ve haliyle anayasal bir teminat altına alınmasına acil ihtiyaç vardır.
Oysa Mevcut Sistem koalisyon ihtimalini azaltmak amacıyla ihdas ettiği sorunun çözümünü yarattığı bir başka sorunda aramış ve seçim barajını 1980 Darbesi sonrası çıkarttığı kanunla 10 olarak tanımlamıştır. Seçim barajının ileri demokratik ülkelerde 0 ile 5 aralığında olduğunu göz önünde bulunduracak olursak bizdeki barajın antidemokratik bir özellik arz ettiği açıktır. Oysa tüm toplumsal kesimlerin TBMM’de temsil edilmesini engelleyen mevcut seçim barajının düşürülmesi toplumsal barışa temel bir katkı sağlayacağı gibi demokrasimizin de hem çıtasını hem de çıpasını önemli derecede yükseltecek, Vesayetçi Oligarşik Bürokratik Cumhuriyet’ten Sahici Demokratik Cumhuriyet’e geçişi sağlayacaktır. Çünkü hem yasamayı, hem de yürütmeyi doğrudan seçecek tek güç Halkın Hür İradesi olacaktır.
AZİZ ARDAHANLILAR!
Yönetim sistemimizin mevcut yapısal anormalliğini düzeltmeye duyulan ihtiyaç bu kadar açık iken, muhalefetin mevcut olanın, yani statükonun korunmasında bu kadar ısrarlı davranmasını anlamak hayli zordur. Halbuki normal demokratik toplumlarda ‘Muhalefet Bloku’ değişim ve yenilikten yana, iktidarlar ise statükodan yana tavır alırlar. Üzülerek görüyorum ki, CHP’nin önderlik ettiği ‘Hayır Cephesi’nde ‘yeni bir şey’ yoktur ve onun topluma vaat ettiği tek şey sadece statükodur. Bu çelişkisini örtmek için olsa gerek ki, dillerine pelesenk ettikleri yegane argüman sadece ‘tek adam’ edebiyatı olmuştur.
Oysa kanun yapma yetkisini sadece Meclis’e veren, Cumhurbaşkanı’na kişi temel hak ve hürriyetleri ve siyasi haklar alanında kararname yetkisi dahi vermeyen, seçim ve sandığı esas alan ve üstelik TBMM’ye yürütmenin başı olarak Cumhurbaşkanı hakkında soruşturma açma hakkı tanıyan hiçbir sistemde ‘tek adam’ tehlikesinden söz edilemez.
SEVGİLİ HEMŞEHRİLERİM!
16 Nisan 2017 tarihinde yapılacak seçimin gerek ülkemizde ve gerekse dünyamızda hiç kimsenin bir başkası için ne efendi ne de köle olmadığı, tüm insanların tarağın dişleri gibi eşit kardeşler olarak barış ve refah içinde yaşadıkları YENİ BİR HAYAT’A mini bir adım olacak OLUMLU BİR CEVAP olmasını temenni ediyorum.
Aziz Halkımıza Saygılarımla.
Orhan Atalay
Ak Parti Ardahan Milletvekili


03:50, 14.04.2017


Haber Yorumları

DOĞU GÜNEŞİ GAZETESİ ARDAHAN'DA GÜNLÜK YAYIN YAPAN MÜSTAKİL VE SİYASİ BİR GAZETEDİR. İLETİŞİM; SAHİBİ VE GENEL YAYIN YÖNETMENİ MEMET AVŞAR; 05414757500